Biyoinformatiğe Giriş
İlk yazımızda değinmek istediğimiz ana konu, biyoinformatiğe
başlamadan önce bilinmesi gereken genetik alanı hakkında temel bilgiler, biyoinformatiğin
amaç ve uygulama alanları ve kısaca bu alandaki çalışmaların tarihsel
gelişimidir.
Biyoinformatik nedir?
Biyoinformatik, moleküler biyoloji, istatistik ve bilgisayar mühendisliği
alanlarının birleşiminden oluşmuş olan bilim dalıdır diyebiliriz(Kulağa biraz
karmaşık geliyor. Haklısınız!) Biyolojik olarak organizmalara ait verilerin
toplanması, saklanması ve analiz edilmesi Biyoinformatik alanı ile mümkündür. Biyolojik
veri deyince aklımıza DNA, RNA, protein, bunların dizileri, birbirleri arasındaki
etkileşim gelebilir. Bunların hepsini düşününce bu kadar veriyi incelemek,
depolamak, analiz etmek nasıl mümkün olabilir diye aklınızda soru işaretleri oluştuğundan
hiç şüphemiz yok. Merak etmeyin tüm sorularınıza yavaş yavaş ilerleyen
yazılarımızda cevap bulacaksınız. İpucu verecek olursak, veri tabanlarının rolü
bu konuda çok büyüktür.
Bazı Genetik Terimler ve Tanımları
DNA(Deoksiribo Nükleik asit): DNA yı, bir canlıya ait tüm özellikleri
belirleyen bir molekül olarak tanımlayabiliriz. Daha basitçe bir organizmanın
tarifi de diyebiliriz. Tüm özellikler DNA da saklıdır. Hücreler dokuları,
dokular organları, organlar ise sistemleri oluşturur. En temelde bulunan
hücrelere, nasıl işlev yapması gerektiği hakkında bilgiyi DNA verir. Hücreler bu
bilgiye göre hareket eder ve işlevsellik gösterirler.
RNA(Ribo Nükleik asit): RNA da DNA gibi bir nükleik asittir. DNA’da
bulunan bilginin, hücre içinde fonksiyonel olarak işlev görmesi için proteine
dönüştürülmesinde rol oynar.
Protein: Hücre içerisinde işlevsellik proteinler sayesinde
gerçekleştirilir. Protein, aminoasit denilen yapıtaşlarının bir araya gelmesi
ile oluşur. İnsan vücudunda protein oluşmasında 20 farklı aminoasit rol oynar.
Gen: Genler DNA zincirinde bulunan farklı uzunlukları olan
kalıtım birimleridir. Genler proteinlerin kodlanmasında görev alırlar. İnsanlarda
yaklaşık olarak 20000-25000 arasında gen bulunur. Genler organizmaya ait bir
özelliğin kalıtsal olarak bir sonraki nesle aktarılmasını sağlar.
Genom: Bir oranizmaya ait genlerin tamamına genom denir.
Central Dogma: Merkezi dogma
da diyebiliriz. Moleküler biyolojide merkezi dogma DNA da bulunan bilginin
proteine çevrilmesine denir. Tabi bu dönüşme farklı aşamalardan meydana gelir. Öncelikle
DNA RNA’ ya, RNA ise proteine dönüşür. Protein bu dönüşüm sonucunda görevine
göre hücre içinde etki gösterir.
Genetik deryasında çok fazla kaybolmamak için en temel
terimleri açıklamış olduk. Farklı terimlerin tanımları ise yer yer karşımıza
çıkacak. Bu tanımlar yalnızca başlangıç diyoruz ve devam ediyoruz😄
Biyoinformatiğin Amaç ve Uygulama Alanları
Biyoinformatik alanının odak noktası, DNA (genom), RNA
(Transkriptom) ve protein dizilerinin (Proteom) toplanmasıdır. Bu milyonlarca moleküler dizi hem büyük fırsatlar hem de büyük zorluklar sunar. Moleküler
verilere yaklaşım, bilgisayar algoritmalarının ve bilgisayar veri tabanlarının
moleküler ve hücresel biyolojiye uygulanmasını içerir. Aslında hedef hem
bireysel genleri hem de proteinleri ve binlerce gen / protein koleksiyonunu
araştırmaktır ve bu sayede organizmaya ait tüm gizli bilgiyi açığa çıkarmaktır.
Örneğin DNA dizilemeyi göz önüne alacak olursak, bireye ait tüm genomun
dizilenmesi, bireyin hangi mutasyona sahip olduğunu, gelecekte hangi
hastalıklara yakalanma ihtimali olduğu, kalıtsal bir hastalığı varsa bunun ne
olduğu hakkında binlerce gizli bilgiyi açığa çıkarabilir.
Biyoinformatiğin
Kısa Tarihi
Biyoinformatiğin oluşumu 1950’lerden beri gelişmekte olan moleküler
biyoloji ve bilgisayar bilimleri sayesinde başlar.
1953 yılında
James Watson ve Francis Crick’in DNA’nın çift sarmallı yapısını keşfetmesi
bilim dünyasında bir çığır açtı. Hemen hemen aynı tarihlerde ilk protein
dizilimi (insülün proteini) ve ilk protein yapısı (myoglobin proteini) ortaya
çıktı.
1960’larda
birkaç düzine farklı proteinin dizi analizi yapıldığı sırada bilim insanları bu
protein dizilerinde ‘’saklı’’ bölgelerin (genetik mutasyonların oluşabileceği
bölgeler) türlerin evrimi için oldukça önemli olabileceğini keşfetti.
1962-1963 yıllarında Linus Pauling ve Emile
Zuckerkandl, hemoglobin proteininin farklı canlılardaki dizilimlerini analiz
edip türlerin evrimsel gelişiminden yayınladıkları yazıda bahsettiler. 1965
yılında ‘’Proteinlerin Evrimsel Farklılıkları ve Yakınlıkları’’ adlı bir taslak
yayınlayıp moleküler saat(iki tür arasında akrabalık derecesini ölçmek için
kullanılan bir yöntem) kavramına değindiler.
1977 yılında
Frederick Sanger ‘’Sanger DNA Dizileme’’ adındaki makaleyi yayımlayarak DNA
dizilemesinin önünü açtı. Sanger’in yöntemleri çabucak benimsenince 1980’lerde
DNA dizilemesinde büyük bir artış oldu.
1990 yılında
İnsan-Genom projesine başlandı. Her ne kadar dış görünüşümüz birbirimizden
farklı olsa da benzerliklerimizden yola çıkarak insanlarda ortak genleri
bulmayı hedefleyen bu proje, DNA dizilemesini başka bir boyuta çıkarıp tek bir
genden genom seviyesine yükseltmiştir. Bir sonraki yazımızda bu projeden
detaylıca bahsedeceğiz.
1995 yılında
Craig Venter ve takım arkadaşları serbest yaşayan bir organizmanın (Hemofilüs
influenza,gram negatif bakteri) bütün genom dizisini ortaya çıkarıp bir ilke
imza attılar. Birkaç yıl içerisinde E.coli (bakteri), maya, C.elegans (iplik
kurdu) ve meyve sineğinin genom dizilimi yapıldı.
2001 yılında
beklenen an geldi ve insan genomunun dizilim taslağı Nature ve Science
dergilerinde yayımlandı.
2004 yılında
ise tamamlanmış insan genom dizilimi yayımlandı.
2005 yılında
ise Yeni Nesil Dizileme’ye başlandı.
İlk yazımızda genel olarak biyoinformatik alanı hakkında temel bilgilere yer verdik. Bir sonraki yazımızda yeni bilgiler ile burada olacağız. Hoşçakalın😃
Yorumlar
Yorum Gönder